ID info

My photo
ISTANBUL, Europe, Türkiye
With an attempt to combine the art of literature with photo captures... Fotoğrafların göz hakkı Burcu Çelik'e, Yazıların kalem payı bilmem ki kime aittir. Telif hakkı kudretli bir ilaha havale edilmiştir.

Wednesday 27 January 2010

KadınveŞehir

19.01.2010 02:30
Uydurmaca fantazilere dayanır efsaneler ve peşinden sürükler asırları... Bir şehirde veyahut bir kadın bedeninde can bulur çoğunlukla. Böylesi daha kolaydır zira, akılda kalıcı olur. Bu yüzden yaşanan hayatlar tarih ile sulandırılmış ve hayal aleminden de nasibini almış şekliyle kısıtlı bir coğrafyaya atfedilir. Atıftan kasıt da hapis; bir nevi hapsedilmiştir. Bir avuç toprak gerektir şimdi, olmadı bir narin dilber. İkisinden biri yeterlidir sıradanlıkları efsaneleştirmeye fakat dengeleri eşit olmadığı için ikisi aynı anda bir şarkıya fazla gelir. Ya bir kadını seversin yada bir şehri terkedersin. Ortalama acı verileri birbirine yakındır, yani fazladır ikisi tek kalbe. Şehir tercih edilir daha çok çünkü kadın mahremdir ve çoklu seçime engeldir. Şehir içinde seni, beni, gökyüzünü, gemileri, öğle vakitlerini barındırır. Kadın, kadındır işte tenha barınaklarda. Şehir isim değiştirir, değer değiştirir, yakılır yıkılır yön değiştirir. Kadın, kadını bu cümleye karıştırmamak gerek.

Saturday 23 January 2010

Çocuklar Kolay Ölmeli

18.01.2019 02:29
İlginçtir ki güneş hep bizim tepelerden doğar ve sizin kıyıların arkasına sürükler götürür günün tüm bereketini
07:32
Aydınlar kurban edilmeli
Ve iyi bilinmeli karanlıkların değeri
Kurbanlar her türlü ilaha hizmet
Ve her gün doğumunda yeni bir çocuk ölür
Çocuklar hep gün doğumlarında ölür
Aydınlar gün doğumlarında kurban edilmeli
Ölen her bir çocuğun yerine
Ve siren seslerine hareketli melodiler eklenmeli
Çoşkuyla karşılamak gerek gün doğumlarını
Gün gelir günler doğmaz olur
Çocuklar kolay ölmeli, çocuklar kolay ölmeli
Ve gün doğumları aydınlara havale edilmeli

Wednesday 20 January 2010

YOKLUĞA DAİR ANLAMINI YİTİRMİŞ HER NE VARSA

Anlam kavramının peşinde tepe taklaktı şimdi kelimeler
Her birinde bir telaş, mana kaygısı güdüyorlardı benliklerinde
Oysa olabildiğine sakindi İstanbul
Vurdum duymazdı, aldırmazdı, olabildiğine gamsız
Kelimeler düşmüş yollara İstanbul caddelerinde yer ararken
Bağrına basmayı reddetmişti çoktan
Yeşil boğulduğunu hissetti bir an için kelimeler ve anlamlar karmaşasında
Her nasılsa cümleler eksik kalıyordu işte
Cümlelerdeki eksiklik vuruyordu İstanbul caddelerine
Ve daha da anlamsızlaşıyordu İstanbul, Yeşil’in eksik cümlelerinin öncülüğünde
Anlam kavramı dalgalanıp rüzgara karışıyordu karşı yakayı Eminönü’ne bağlayan Kadıköy İskelesinde
En çok Yeşil’e koyuyordu bu yok oluş
İstanbul caddelerinin aksine
Yeşil’in ağzından dökülen her bir kelime
Mustafasız bir evrende yalnızlığı tanımlıyor
Izdırabı betimliyordu gelmiş geçmiş halleriyle
Sonra anlam yok oldu birden, yok oldu Yeşil, yok oldu İstanbul
Mustafa zaten yoktu, hiç varolmamıştı
Varoluşu tanımlamaktan acizdi Yeşilin kelimeleri yokluğun içinde
Belli ki zıtlıklar var edemediler birbirlerini
Belli ki güzdüzün güneşi yetmedi gece karanlığına
Belli ki Yeşil varolamamıştı Mustafa’nın yokluğuyla
Ama belli değildi Mustafa’nın varlığının gerekliliği
Yokluğu tasvir için gelmiş geçmiş zamanda



PS: yazıya gereken foto hala çekim aşamasındadır.

YOKLUĞA DAİR ANLAMINI YİTİRMİŞ HER NE VARSA


Anlam kavramının peşinde tepe taklaktı şimdi kelimeler
Her birinde bir telaş, mana kaygısı güdüyorlardı benliklerinde
Oysa olabildiğine sakindi İstanbul
Vurdum duymazdı, aldırmazdı, olabildiğine gamsız
Kelimeler düşmüş yollara İstanbul caddelerinde yer ararken
Bağrına basmayı reddetmişti çoktan
Yeşil boğulduğunu hissetti bir an için kelimeler ve anlamlar karmaşasında
Her nasılsa cümleler eksik kalıyordu işte
Cümlelerdeki eksiklik vuruyordu İstanbul caddelerine
Ve daha da anlamsızlaşıyordu İstanbul, Yeşil’in eksik cümlelerinin öncülüğünde
Anlam kavramı dalgalanıp rüzgara karışıyordu karşı yakayı Eminönü’ne bağlayan Kadıköy İskelesinde
En çok Yeşil’e koyuyordu bu yok oluş
İstanbul caddelerinin aksine
Yeşil’in ağzından dökülen her bir kelime
Mustafasız bir evrende yalnızlığı tanımlıyor
Izdırabı betimliyordu gelmiş geçmiş halleriyle
Sonra anlam yok oldu birden, yok oldu Yeşil, yok oldu İstanbul
Mustafa zaten yoktu, hiç varolmamıştı
Varoluşu tanımlamaktan acizdi Yeşilin kelimeleri yokluğun içinde
Belli ki zıtlıklar var edemediler birbirlerini
Belli ki güzdüzün güneşi yetmedi gece karanlığına
Belli ki Yeşil varolamamıştı Mustafa’nın yokluğuyla
Ama belli değildi Mustafa’nın varlığının gerekliliği
Yokluğu tasvir için gelmiş geçmiş zamanda

Tuesday 12 January 2010

2'nin Hikmeti


1,2... İşte yine başlıyoruz. 2 yıl geçti aradan ve ben 2 ay, 2 gün, 2 saattir bu ikilemdeyim. İzlediğiniz bir filmin sonunu tahmin etmek kadar berbat bir duygu yoktur. Okuduğunuz kitap keza. Mesela ben 2 adım sonraki şu çukuru görüyorum ama karşıdan gelen 2 kişi mani olamıyor 2 yaşındaki bir çocuğun çukura düşmesine. Bakmama gerek yok, sıralı apartmanlar arasında yürüyorum. Muhtemelen 2 numaralı kapının önünde durmuşumdur. Diğer rakamlarla aram açıktır zira. İki de bir 2’ye takmam bundandır. Topu topu 2 damla gözyaşı akıttım ardından. Karşılığında 2 kez boşverdim yokluğuna. Bir gittiğin gün bir de seni kaybettiğimi anladığım an. Hani sen gitmişsin, 2 gece filan geçmiş aradan ben hala anlamıyorum yokluğun ne anlama geliyor. 2 kez sesleniyorum ardından, ‘gitmesen olmaz mı?’ diye soruyorum. Ne senden cevap geliyor ne yönünü şaşırmayan adımlarından. ‘Ben’ diyorum ‘2 dünyaya inanırım 2sinde de yapamam sensiz’. Hiç bir değişiklik olmuyor yokluğunun yarattığı boşlukta.
Hayatı 2 sınır arasına sığdırmayı başarmışım, 3.sü fazla kaçıyor. Diğer rakamları da eklemek istiyorum fikrime, zikrime. Misalen senin tekliğin beni 1’e götürsün. ‘Olmaz’ diyor ötelerden bir ses; ‘sen sevgiliyle değil hayaliyle yaşıyorsun’. Böylece 2 tane sen oluyor, bu acınası rakamdan kurtulamıyorum. ‘Peki, yeni cananlar buyur etsem gönlüme?’ Rakamlar ve sevdalar ayak diretiyor kalabalık yapmamak için. Ben tüm bu karmaşa da 2 yüzlü rakamlarla boğuşurken 2 numaralı otobüs geliyor durağa. Dedim ya bakmama gerek yok büyük olasılıkla 2 numaralı koltuk boştur ve her zaman 2 dakika sürer okul yolu. Ben ondan kaçtıkça o beni bulduğu için uğraştırmak istemiyorum onu da. Bu yüzdendir kıyafetlerimi hep 2 beden büyük alıyor, buluşmalarıma 2 dakika erken gidiyor veya sorulara 2 kelime ile yanıt veriyorum. 2 gözüm, 2 kulağım, 2 elim aklıma geliyor sonra. Sevmiyorum bu rakamın duruşunu, telaffuzunu, takvimlerdeki yerini. Öncülüklerin önünü kapatıyor gibi. Zaten yazılışında burnu da kanca ama vardır bir hikmeti diyorum, dillendiremiyorum…

Vecizemtrakgillerden


12.01.2010 11:59
Bre grurum yola gel gayrı
Serip attığın yüzünü kaldır al yerden
Sanıp yanıldığın nice umutlar yetsin şimdilik
Smetrim kayıyor bre
Sığdırmak mümkün olmuyor sosyal kalıplara

Vecizemtraklar

12.01.2010 11:59
Bre grurum yola gel gayrı
Sarıp attığın yüzünü kaldır al yerden
Sanıp yanıldığın nice umutlar yetsin şimdilik
Smetrim kayıyor bre
Sığdırmak mümkün olmuyor sosyal kalıplara

Her Ithaca



Last night, I joined the last meeting of a group working which was my first time with them. As for my observations, they were gathering all the time; sometimes each reading book silently and then discussing the subject they have just covered or sometimes deciding a topic to discuss with. It came to me an ordinary attempt of any person to social environment. For an anti-social person who likes to be alone like me, these sort of social attempts are both unnecessary and hard to adapt. In the last minutes, the moderator asked for each of us ideas about the group. One woman said that before coming to this ‘book-reading then discussing’ group, she hesitated a little for being shy. A lawyer started his speech by focusing on the necessity of such activities. I imagined the conventional meetings in American movies where drug users, alcohol addictions come together and talk about their problems. It was the most ridiculous thing I have met for the last five years. No specific reason for the number five, by the way. Then, so called director of the group who arranged all the meeting places, hours or topics and who imposed the inspiration of getting sociable in a society. I just pitied on them. In the conclusion speech, he talked about his biggest dream briefly that was entering the Guinness World Records by collecting approximately 15 thousand people and making them read a book in the same time. It sounds interesting though but never ever supports his theory of the reason why he arranges such kind of meetings. The main reason of his excitement that pushed him to try to win Guinness was to prove the World that ‘our’ Turkish people are not such passive as thought generally. Alright, I am not in the intention to stating a long and boring deference for the fascist part of the situation rather I prefer to reveal the other side of ‘their’ dreams.
Last night was only one of the answers of the question I had on mind lately (about 20 years maybe). The reason of the world? The most basic and the most complicated question any person may have if his IQ is upper than 50. I would most probably not thinking in the same way of religion text (including my own) as it has always been, but whatever the Allah or God tells about the purpose of His creating the universe, human being, etc, it is a sad conclusion for me to understand that who whole damn thing was based on self-satisfaction. In case a feeling does not fulfill your empty egos which are hungry all the time, that is called shyness, anti-sociability, unconventional. Because you have to prove, prove that you exist and you have to market yourself, your personality, your ability. Right now, I am marketing myself for example by writing this paper to satisfy myself as if I am criticizing the system of nature. Even our daily lives are established in the aim of satisfaction. The challenge and survival of the staying alive in the life turned into selfishness of every individual…


P.S: All the time something is missing, stays uncompleted like this paper. Every time I am interrupted by two girls sitting next to me, by the noise of the streets, by a telephone call, by facts of realities. To give an end to this deficiency in the life. Yes, would not be that ‘enough’ Ithaca of a little girl?

A Quest


What distinguishes you and me?
A part of your body? Love? Fear?
A death bird under the sofa?
Would you like to have a light of cigarette my dear lady?
No, thanks.

Saturday 9 January 2010

My Room





En köşesindeyim odamın; en dar, en kötü manzaralı, en köhne yerinde. Hayatım gibi odamda; pembe, mavi, kremrengi, beyaz yatağım gibi düşlerim, dünyaya baktığım gözlükler gibi renkli epey gerçekten uzakta.
Bir tarafta bir resimlik yanlız- bir başına... niçin orda olduğundan emin değil, ne içinde bir dost var 10 sene sonra da orda olucağından emin olunmuş, ne de bir resim, güzel günleri ölümsüzleştiren ya da o anla birlikte sizi öldüren... Bir sandık var 10- 15 cm küçücük; içi kaf dağından getirilmiş hazineler ile bezeli... lise hayatım, notlarım, mektuplar, kopyalar, birkaç başarısız şiir denemesi, biletler, vesikalık resimler, hocanın elinden çıkmış bir yazı, bir rica, bir tebrik, yanında bir yakından alınmış kemençe; ne de eğlenceli, sessiz hayatıma ses getirsin diye,ne de düşünceli. Rafın üstünde bir kitap, kalın, haşmetli içinde yazılabilecek tek şey var denebilecek, okunulmamış, açılmamış, bakılmamış, yazanın kudreti sinmiş üzerine...Bir sure, onun yanında başı kopmuş bir gül gövdesi, sevilen birinden alınmış.Neden var ki o gövde ne ifade ediyor ki bir başına, güzel olan Efendiyse, kalanı ne?
Tam kıyafet dolabının üstünde düzeni Kur-an kitaplar, kendi dilinde hatmedilmiş, hazmedilmiş, sevilmiş- el bellenmemiş, okumak için omuzlarda gidicek birini beklenmemiş...Yeşil en sevileni, en çok el değeni, diğer ikisi de kahverengi, o orda hep en yüksekte,herşeyin üzerinde, arar onu gözde, kalpte yazanı aradığı gibi şehrin tepesinde...
Sevilmezmi bu oda, kaç senedir bu odada ne rüyalar gördüm, kaç hayalim gerçek oldu, kaç kabusla sıçradım, kaçkez susuz kaldı hayallerim, kaçkez titredi bedenim ruhumun soğukluğuyla cam kenarında, saatler kurup çok kalktım bu yataktan- gitmek istemediğim bi yerden birkaç zırvalık duymak için...Ne de kötüymüşsün dünya, nasıl görmedim ki seni, sende mi bu apartman yığınının gölgesinde kaldın
Çok mu sevdin sen bu odayı, uzak yerlerde hayal ettin mi, gözünü kapayıp orda hissetmeye çalıştınmı kendini, çok mu büyüttü bu oda seni,büyüdüğünü gördünmü aynalar da, en sessiz yer oldumu, kötülüklerden korudu mu seni rüyalarını mı gerçekleştirdi benim gibi.

Burcu Çelik

Düzenleme 10.01.2010

1 Eylül Dünya Barış Günü Miting İzlenimleri


01.09.2009 13:19


Atatürk kardeşliğinden söz ediyorlardı daha sonra
Olmayan kardeşlik ve yüceltilmiş Atatürk birlikteliği
Kimisinin elinde şemsiye yağmura tutulmamak adına
Oysa tutuldukları bu gürültü hengamesi onları epeyce korumaya yeterdi
Kadınlar gözüme çarptı daha çok
Ellisini geçtikleri sarı pankart tutan ellerinden anlaşılan, belirsizliğin karartısına inat cıvıl cıvıl elbiseleri
ve aynı slagonu tekrarlamaktan tekrarlamaktan bitap düşmüş halleri kısa aralıklı adımlarından belli olan kadınlar
Öcalan nidaları, PKK isyanları...
Oysa bıraksalar bugün de sıradan bir gün olarak tüketilebilirdi
Ev duvarlarının karıncaları misafir eden diplerinde
Sayısı yirmiyi aşmayan gruplar halinde
Birilerini protesto edebilme hürriyetinden tiksindirircesine kendileri oluşturdukları sistemi yeriyorlar,
Savaşa ‘hayır’, barış ‘kardeşliktir’ koroları önden
Elinden sigarasını bırakmaya kıyamayan yetmişlik amcalar izliyordu Kadiköy’ün güneşi saklamış buruk havasını
Ne barışın gerekliliği, ne bir şölen uğruna kaybedilen binlerce genç beden
Ne de bir umudun dienişiydi vurgulanan
Uyutumuş deve söylenen ritimsiz ninniydi sadece
O anda yolda yürüyor olmanın nedeninden en az anneleri kadar habersiz olan çocukların ellerindeki siyasi pislik simgeleri
Trafiğin kapatılmasından kendisine pay biçip, eğer özgürlükse istenen ‘özgürlük tekliktir’ dedirten tramvay rayları
Eşitsizlik denklemini daha pratik yollardan çözen öğle ezanı
Bilmem kaç kuruş parayla oraya dikilmiş kendine güveni olmayan kalıbı geniş güvenlik memurları
Kendi dalgasından ödün vermeyen sosyo-elit yerel halkı
Tüm senfoniyi beşinci kattan alkışlayan bir çift göz
İyidir Kadıköy, güzeldir,
Meydanı geniş, mitinglere elverişlidir
Kardeşliğe açık, gerçeklere yasaktır.

Tuesday 5 January 2010

27 Aralık, Zulüm 1 Yaşına Bastı



28.12.2009 08:48




Pankart dağıtımı, tıkanan trafik, artan kalabalık... İşte yine başlıyoruz. Bizim gibi düşünmedikleri için bize benzemeyenlerin bize yaptıkları insanlık safının dışında kalan nefs-i müdafaya direniyoruz. Tekbir nidaları bastırıyor araba kornalarını ve yağmur ara veriyor damlalarını yeryüzüne indirmeye. Ayakta durmaya mecali kalmamış teyze de farkında geç kalındığının ama unutmayacağız diyordu saygı ve sevgiyle kürsüye davet edilen tarikat lideri...
Bu diyarlardan çorak topraklara bir selam gönderiliyor. Selamlar alındı mı bilinmez ama bayrak desenleriyle bezenmiş atkıö şemsiye ve berleri alan çok. Yerel marşlar söyleniyor yabancı bir dilde, kara örtüsüyle aydınlığını kapamaya çalışan takva varisleri flash patlamalarına tebessüm gönderiyor. Siması tanınmayan medyatik isimler gelip geçiyor kürsü üstünden. 2’şer kez tekrarlanıyor emrolunan sloganlar. 3, 5 kişinin yaptığı kargaşa sırasında Rana isimli bir kız çocuğunu kaybediyor annesi. Kaç Ranalar kaybolmuş çorak topraklarda bilinmiyor. Ülkelere sataşmak, sembolik kumaş parçalarını rüzgarda dalgalandırmak, bizden olmayanı lanetlemek yetiveriyor işte...
Yer ve zaman aynı. Farklı nidalar, başka başka bayraklar sslüyor bu sefer gökkubbeyi. Çorak topraklarda yitip giden Ranalardan söz açılmıyor hiç. Takva varisleri yerini özgürlük savaşçılarına bırakmış. Ama özgürlük varmıydı, hiç varolmuşmuydu bilinmiyor. Lanetlenen ötekiler bu defa bölgesel coğrafyadan kavuluyor. Tekbir nidaları da susturulmuş, defetmeler daha kutsal sayılıyor...
Silahlar kalem oluyor, kurşuna değen parmaklar bayraklara sarılmış, çocuklar meydanlarda yine, küçük Rana bulundu farzediliyor. Gün iyi bitmeli, rahatlamalı vicdanlar. Bağrışmalar hiç bir kaybı geri getirmese de yeni nesilleri kaybetmek istemiyor anneler. Hürmetle sarfedilen cümleler, toplanan kiralık pankartlar, hızlanan trafik, dağılan kalabalık...
Rana ilk yaşına basmış olabilir miydi bu sene?

Burcu's room


24.09.09. Perşembe 8:30- 9:00


En yersiz zamanlarda varlığını hisettiren bir baş ağrısından farkı yok bu odanın İçine sunduğum bedenimi kabul eden duvarlar baş ağrıma sebe olan gürültünün sessiz notalarını tamamlıyor Etrafa saçılmış kıyafetler, birbiri üstüne dizilmiş, birbirinden alakasız kitaplar ve şu sağ köşeye yerleştirilmiş boş çerçeve Uyku dilenen gözlere inat durulamayan zihnim, kulaklarıma misafirlik için buyur beklemeyecek kadar nankör ses kalabalığı ve şu sol yanımda kimselere yurt olamamış yurtsuz kalbim Odanın büyüklüğü hep büyük gelmiş içine sığdırılmak istenenlere Geceleri yatağa uzandığımda yıldızları saymışım Ama asla izin vermemiş karşıki taş yığınlarının cüssesi sabah güneşine Odam hep kararmış da aydınlıklar hapis kalmış pencereyi kaplayan iki kat perdenin dışında Duvarda asılı duran tahta panonun üst çerçevesi kırık İşte gene başladı o ağrı Panoda hiç kulak asılmamış üç beş mevlana öğüdü İlaç almak istememişim belli ki Hem neden pembe renkte kum saatini dolduran hatıralar Sanki biraz dindi ağrı Bu diniş yeni bir umudun habercisi belki de Kareyi tamamlama çabasındaki elbise dolabı, Vücudumun çıplaklığından çok ruhumun pişmanlıklarını örterim düşüncesiyle içine tıkıştırılmış bir sürü kıyafet, Ve gün olur unutmayı başarırım diye üzerine kilitler vurulmuş, sarıp sarmalanmış bir yığın yaşanmışlık Ne kitaplıktaki kitaplar, dergiler hatmedilebilmiş bunca sene ne de ben yaşayarak öğrenebilmişim başımı ağrıtmadan Hep birşeyler eksik kalmış işte Çalışma masasına yakışır iki sandalye, çerçeveyi dolduracak bir iki dost yüzü, perdeyi aralayıp içeri sabah güneşini davet edecek kadarcık cesaret Her birşeyler yarım kalmış işte Bilmem kaç zaman önce başlanılan edebiyatlar tarihi Sonu getirilmeye güç yetmemiş sevgiiliye adanan bir konuşma Efkara kucak açan tek mısralık bir şiir
24.09.09. Perşembe 8:30- 9:00
Burcu's room

En yersiz zamanlarda varlığını hisettiren bir baş ağrısından farkı yok bu odanın İçine sunduğum bedenimi kabul eden duvarlar baş ağrıma sebe olan gürültünün sessiz notalarını tamamlıyor Etrafa saçılmış kıyafetler, birbiri üstüne dizilmiş, birbirinden alakasız kitaplar ve şu sağ köşeye yerleştirilmiş boş çerçeve Uyku dilenen gözlere inat durulamayan zihnim, kulaklarıma misafirlik için buyur beklemeyecek kadar nankör ses kalabalığı ve şu sol yanımda kimselere yurt olamamış yurtsuz kalbim Odanın büyüklüğü hep büyük gelmiş içine sığdırılmak istenenlere Geceleri yatağa uzandığımda yıldızları saymışım Ama asla izin vermemiş karşıki taş yığınlarının cüssesi sabah güneşine Odam hep kararmış da aydınlıklar hapis kalmış pencereyi kaplayan iki kat perdenin dışında Duvarda asılı duran tahta panonun üst çerçevesi kırık İşte gene başladı o ağrı Panoda hiç kulak asılmamış üç beş mevlana öğüdü İlaç almak istememişim belli ki Hem neden pembe renkte kum saatini dolduran hatıralar Sanki biraz dindi ağrı Bu diniş yeni bir umudun habercisi belki de Kareyi tamamlama çabasındaki elbise dolabı, Vücudumun çıplaklığından çok ruhumun pişmanlıklarını örterim düşüncesiyle içine tıkıştırılmış bir sürü kıyafet, Ve gün olur unutmayı başarırım diye üzerine kilitler vurulmuş, sarıp sarmalanmış bir yığın yaşanmışlık Ne kitaplıktaki kitaplar, dergiler hatmedilebilmiş bunca sene ne de ben yaşayarak öğrenebilmişim başımı ağrıtmadan Hep birşeyler eksik kalmış işte Çalışma masasına yakışır iki sandalye, çerçeveyi dolduracak bir iki dost yüzü, perdeyi aralayıp içeri sabah güneşini davet edecek kadarcık cesaret Her birşeyler yarım kalmış işte Bilmem kaç zaman önce başlanılan edebiyatlar tarihi Sonu getirilmeye güç yetmemiş sevgiiliye adanan bir konuşma Efkara kucak açan tek mısralık bir şiir

Monday 4 January 2010



28.12.2009 08:48


27 Aralık, Zulüm 1 Yaşına Bastı


Pankart dağıtımı, tıkanan trafik, artan kalabalık... İşte yine başlıyoruz. Bizim gibi düşünmedikleri için bize benzemeyenlerin bize yaptıkları insanlık safının dışında kalan nefs-i müdafaya direniyoruz. Tekbir nidaları bastırıyor araba kornalarını ve yağmur ara veriyor damlalarını yeryüzüne indirmeye. Ayakta durmaya mecali kalmamış teyze de farkında geç kalındığının ama unutmayacağız diyordu saygı ve sevgiyle kürsüye davet edilen tarikat lideri...
Bu diyarlardan çorak topraklara bir selam gönderiliyor. Selamlar alındı mı bilinmez ama bayrak desenleriyle bezenmiş atkıö şemsiye ve berleri alan çok. Yerel marşlar söyleniyor yabancı bir dilde, kara örtüsüyle aydınlığını kapamaya çalışan takva varisleri flash patlamalarına tebessüm gönderiyor. Siması tanınmayan medyatik isimler gelip geçiyor kürsü üstünden. 2’şer kez tekrarlanıyor emrolunan sloganlar. 3, 5 kişinin yaptığı kargaşa sırasında Rana isimli bir kız çocuğunu kaybediyor annesi. Kaç Ranalar kaybolmuş çorak topraklarda bilinmiyor. Ülkelere sataşmak, sembolik kumaş parçalarını rüzgarda dalgalandırmak, bizden olmayanı lanetlemek yetiveriyor işte...
Yer ve zaman aynı. Farklı nidalar, başka başka bayraklar sslüyor bu sefer gökkubbeyi. Çorak topraklarda yitip giden Ranalardan söz açılmıyor hiç. Takva varisleri yerini özgürlük savaşçılarına bırakmış. Ama özgürlük varmıydı, hiç varolmuşmuydu bilinmiyor. Lanetlenen ötekiler bu defa bölgesel coğrafyadan kavuluyor. Tekbir nidaları da susturulmuş, defetmeler daha kutsal sayılıyor...
Silahlar kalem oluyor, kurşuna değen parmaklar bayraklara sarılmış, çocuklar meydanlarda yine, küçük Rana bulundu farzediliyor. Gün iyi bitmeli, rahatlamalı vicdanlar. Bağrışmalar hiç bir kaybı geri getirmese de yeni nesilleri kaybetmek istemiyor anneler. Hürmetle sarfedilen cümleler, toplanan kiralık pankartlar, hızlanan trafik, dağılan kalabalık...
Rana ilk yaşına basmış olabilir miydi bu sene?

Saturday 2 January 2010

Bride-like lives


Seni törenlerle törelere yar eylesem de
Sakın umutlarını o dört duvara sığdırmaya çabalama
Bu kapı sana içeriden açıldı
El belleme eksikliğine hüzünlü bu sofrayı
Öldürme, hiç büyütme içindeki uslanmaz kız çocuğunu
Uğurlar ola...